28 Nisan 2024 Pazar

Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ(*) -Türklerin 350 Yıllık Bilim Teknoloji Uykusu

Newton fiziğinden 200 yıl habersiz Osmanlı:

1687 tarihli Newton Fiziği: “Principia, Philosophiae Naturalis Principia Mathematica”, (Mathematical Principles of Natural Philosophy) (Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri) ile Osmanlı İmparatorluğunun tanışması 200 yıl gecikmeli. Osmanlı'da Newton Fiziğinin ne orijinali (latince) ne Osmanlıca veya başka dilde çevirisi var. Bu, aynı zamanda bütün müslüman toplumların, ülkelerin Newton fiziğinden 200 yıl habersiz olduğu anlamına da geliyor. Osmanlı nın Newton fiziği ile kıyıdan köşeden ilk tanışması 1885'te basılan ve yanlışlarla dolu Mehmet Emin Derviş Paşa'nın Mühendishane için ilk fizik ders notları kitabı “Usül-ü Hikmet-i Tabiiye” ile olmuş. Kitapta Newton'un adı geçmiyor, çalışmalarından bahsedilmiyor; İngiliz Newton'un keşfettiği yer çekimini, İtalyan Galileo (İngiliz Newton'dan en az 70 yıl önce) keşfetmiş gibi anlatılıyor.

Osmanlı'da ilk üniversitenin kurulması, 1773: Mühendishane (bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ; YA : “ODTÜ ye geçmeden önce ben de 2.5 yıl öğrencisi oldum”). Her ne kadar İstanbul Üniversitesi 1453'te kurulduğunu iddia ediyorsa da.. (1453-1846: medrese, 1846-1933: Batı sistemi öğretim, 1990'lara dek İstanbul Üniversitesi'nde mühendislik yok..!)

Dünyada ilk üniversitelerin kurulması (Osmanlı'dan 600-900 yıl önce): Fas'ta University of al-Qarawiyyin 859, İtalya'da Bologna University 1088, İngiltere'de Oxford University 1200 ve Cambridge University 1209).

Mühendishane'nin ilk 100 yılında Newton Fiziği öğretilmiyor, mühendislere ne öğretiliyor, kaç öğrenci var, nasıl mühendislik yapıyorlar, belli değil. Dünyada yeni bilgilerden (fizik, matematik, kimya, elektrik, makina, teknoloji, coğrafi keşifler) tamamen kopuk 200 yıl (1687-1885). Osmanlı'nın gerileme dönemi (Karlofça antlaşması ile başladı) : 1699-1792, çöküş dönemi (Yaş antlaşması ile başladı): 1792-1922 (Saltanatın kaldırılması ile nalları dikti).

Batı, aradaki 200 yılda (1687-1885) Newton fiziği ile makinalar (buharlı gemi, buharlı tren, benzinli araba) icat etti ; makinalarla seri üretim yapmaya başladı, buna “sanayi devrimi” dedi. Elektriği keşfetti (Türkiye'de ilk elektrik mühendisliği bölümü, dünyadaki ilk örneğinden (Almanya 1881) 63 yıl sonra 1944'te İstanbul Teknik Üniversitesi'nde açıldı).

İlk Osmanlı rasathanesi Takiyüddin Rasathanesini denizden topa tutarak yıkan Osmanlı:

Antik çağdan beri insanların gökyüzünü düzenli gözlediği yerler var: gözlemevi , rasathane. 11.500 yıllık Urfa Göbeklitepe, tarihte belki ilk örnek. İslam ülkelerindeki ilk örnekler: 815’te Abbasiler döneminde Bağdat ve Şam daki rasathaneler. Cebiri icat eden Al-Harezmi’nin de Bağdat rasathanesinde gözlem kayıtları var. Sonrasında Mısır Kahire’de, İran İsfahan ve Maraga’da, Türkistan Semerkant’ta rasathaneler var. Osmanlı’da namaz vakti belirlemek için camilerde gökyüzünü gözleyenler (muvakkıt, 1952’ye dek devam ediyor) ve padişaha yıldız falı ile gelecekten haber vermek (astroloji; günümüzde de meraklısı çok) ve takvim hesaplamak için gökyüzünü gözleyenler var. 1800’e dek Türkistanlı Uluğ bey’in Yıldız gözlemlerini (1440), 1800’den sonra İtalyan Fransız Cassini’nin Yıldız gözlemlerini kullanıyorlar (1740). Avrupa’da Polonyalı Kopernik’in gökyüzüne ilgiyi arttırmasının ardından ilk önemli rasathane 1576’da Danimarka’da Tycho Brahe Rasathanesi.

Takiyüddin er-Raşid, 1571’de Osmanlı Sarayı'nda Sultan III. Murad‘ın müneccimbaşı (yıldız falı ile gelecek tahmin edici) olur. Padişaha, ellerindeki Semerkant (Türkmenistan) rasathanesinden Uluğ bey’e ait 130 yıllık gezegen ve yıldız tablolarının eskidiğini ve yenilerini gözlemeleri gerektiğini, Galata Kulesi’nden gözlemenin yetmediğini söyler. Kabataş Tophane’de kurulan Takiyüddin Rasathanesinin (Dar-ür Rasad-ül Cedid) (2 bina ve bir gözlem kuyusu (çah-ı rasad); 8 gözlemci, 4 yazıcı, 4 yardımcı) 1575-1579 yılları arasında gözlem kayıtları var (Sidret’ül Mühteha al-Efkar fi Melekut al-Felek al-Devvar (al-Zic al-Şahinşahi)) (Türkçesi (TK): Sürekli Dönen Gökyüzü Aleminde Varılabilecek Son Noktaya Dair Fikirler (Yüce Padişahlık Gökyüzü Gözlem Tabloları Kitabı). Kullanılan gözlem aletlerini Takiyüddin yapmış, bazıları kendi icadı imiş. Takiyüddin'in çalışmalarını destekleyen Hoca Sadettin Efendi’den hoşlanmayan Şeyhülislam Ahmet Şemşeddin Efendi, 1578’deki veba salgınının rasat yapılmasından dolayı olduğunu iddia ederek “ihracı rasad meş’um ve perde-i esrarı felekiyeye küstahane ittilan cür’etin vehamet ve akibeti meczundur; hiçbir mülkte mübaşeret olunmadı ki mamur iken harap ve bünyanı devleti zelzelenaki inkılap almaya” (Türkçesi (TK): Uğursuz gözlem yapmak ve gökyüzünün esrar perdesini bilmeye küstahça cesaret etmenin tehlikesi ve sonucu, haddini aşmaktır. Hiçbir devlette devlet iyi yapılmış haldeyken harap edecek ve devletin yapısını deprem gibi devirecek işlere kalkışılmadı) şeklinde fetva verdi. Bu fetva üzerine günümüzde yeri tam olarak bilinmeyen rasathane, 22 Ocak 1580 tarihinde Padişahın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından denizdeki gemiden top ateşi ile içindeki gözlem aletleriyle birlikte yıkıldı (dünya tarihinde tek örnek). Takiyüddin, 1585’te 64 yaşında üzüntüden öldü.

Telgraf şebekesi kurmaya yardım için davetle gelen ve ölene dek kalan Fransız Aristide Coumbary, 1869’da kurulan Meteoroloji Rasathanesinin ilk ve 1896’da ölene dek müdürü oldu. 1869’dan itibaren (1.yi yıktıktan 290 yıl sonra) Osmanlı’nın 2. kez rasathane kurması gerektiğini söylemeye başladı. Osmanlı ekonomisi feci batıktı. 1894 Büyük İstanbul Depreminden sonra 1895’ten itibaren rasathane için yer arayışları başladı. 1892’den itibaren Coumbary’nin bir kaç elemanı, sabit bir yer olmaksızın gözlemler yapmaya çalışır. Maçka Silahtarhane’deki (bugünkü İTÜ Maçka binası) gözlem aletleri (Osmanlı’ya gelen 2. ve son teleskop dahil), 12 Nisan 1909’da (31 Mart vakası) isyancı askerler tarafından parçalandı. Osmanlı’nın Harbiye Mektebi’ne aldığı ilk ve en büyük teleskop, Kırım Savaşı sırasında hastaneye dönüştürülen Harbiye Mektebi’nde (bugünkü Askeri Müze) 1854’te çıkan yangında yandı. Osmanlı’nın 1918’de Alman firmadan aldığı 3. teleskop (mercekli Zeiss markalı), Cumhuriyet döneminde 1935’te ülkeye gelebildi, kullanmayı bilen olmadığı için 1947’ye dek kullanılamadı. 1947’den 1953’e dek kullanma denemelerinden fazlası yapılamadı. Meteoroloji Rasathanesi, 1910’da Üsküdar İcadiye tepesindeki yangın gözetleme kulesi ve topçu beygiri ahırlarına taşındı (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi; 1925’e dek 15 yıl bütçesi olmadı. Osmanlı, 1918’de 1. Dünya Savaşı’nı kaybetti ve 1922’de Kurtuluş Savaşı’nın ardından sona erdi.

Kuantum fiziğinden 64 yıl habersiz Osmanlı ve Cumhuriyet:

1905'te 26 yaşındaki doktora öğrencisi Alman Einstein'in yazdığı 4 makale ile Kuantum fiziğine geçiş başladı. Türklerin kuantum fiziği ile ilk tanışması: Mithat Fenmen'in popüler düzeyde anlatımlı 2 kitabı ile: 1922'deki “Aynştayn Nazariyesi: Mekan Zaman ve Kütle Mefhumlarının Tebeddülü” ve 1940'taki kitabı “Yeni Kuanta Fiziği ve Felsefi Ehemmiyeti” ile; üniversitede ilk kuantum fiziği dersleri (giriş düzeyinde) (64 yıl sonra): 1968-1969'da ODTÜ'de Feza Gürsey'in 4. sınıf lisans Quantum Mechanics dersleri (ingilizce) (YA : ben de bu dersleri alan şanslı lardan birisiyim), ve 1969-1970'te Erdal İnönü ile ve Eyvind H. Whichman’ın 1967'deki Quantum Physics (Berkeley Physics Course v.4 kitabının 1970'lerde Ankara Üniversitesinden kuramsal fizikçiler grubunun (Burhan Cahit Ünal, Zekeriya Aydın, Askeri Baran, vd), hep birlikte yıllarca uğraşarak Türkçe'ye çevirisi ile. 

Batı, aradaki 140 yılda (1831 - 1969) elektrik üreteçlerini (jeneratör, pil, vd) ve motorlarını icat etti (İngiliz Faraday, Amerikalı Henry, İngiliz Maxwell, Alman Siemens, Hırvat Amerikalı Tesla); elektrik ile aydınlatmayı ve elektrik ile çalışan makinaları (motor) ve aletleri (telefon, radyo, televizyon, bilgisayar vd) icat etti. Kuantum fiziği ile nükleer enerjiyi ve atomu parçalamayı keşfetti, atom bombasını icat etti. Elektroniği keşfetti, transistörü ve elektronik ile çalışan aletleri (telefon, radyo, televizyon, bilgisayar vd) icat etti. Buna “elektronik çağı” dedi. Uzaya çıktı, Aya ayak bastı. Binlerce yılda yapılanın binlerce katı keşif ve icat yaptı.

1 yıl önce ortaya çıkan yeni icadın adı Yapay Zeka ChatGPT, (YA: “Perplexity daha iyi”), internet üzerinden sorulan her soruya karşısında insan varmış gibi cevap vermeye çalışan dev bir bilgisayar yazılımı ve donanımı paketi. Mucitleri için anlamı, insanı taklit eden robotlar yapmada çok büyük bir adım olan bu icat,  Türkler için sadece beleş tez, makale, ödev yazdırma kapısı demek olacak diye “aldı beni korkular…”  (ajda pekkan) (YA).

Bilim teknoloji uykusundaki müslüman ülke Pakistan, 1858-1947 arasında İngiliz sömürgesiydi. Pakistanli Muhammad Abdus Salam, Pakistan’da 1940’ta 14 yaşında tarihi rekorla üniversite giriş sınavını 1.likle kazandı, Öğretmenleri İngilizce öğretmeni olmasını istiyordu. Matematik okudu, Hintli matematikçi Ramanujan’ın problemleri üzerine çalıştı, 1944’te mezun oldu. Babasının isteği üzerine o zamanın en özenilen işyeri olan Hindistan Demiryolları’ında işe başvurdu, yetersiz bulundu. 1946’da Pakistan’da başka üniversiteden matematik yüksek lisans diploması aldı. 1949’da İngiliz Cambridge Üniversitesinden matematik ve fizik lisans diplomaları aldı. 1951’de Cambridge Üniversitesinde kuantum fiziği üzerine tez ile fizik doktorası bitirdi. Doktora tezinin başından itibaren kuantum fiziğine önemli katkılar yaptı. 1954’te Pakistan Bilimler Akademisi’nin ilk üyelerinden biri oldu. 1959’da 33 yaşında İngiliz Kraliyet Bilimler Akademisi’ne seçildi, en genç seçilenlerden biri oldu. 1980’de Bilimler Akademisi yabancı üyesi oldu. 1952’de Matematik bölüm bşk olduğu Punjab Üniversitesinde  kuantum fiziği lisans dersleri vermek istedi, kabul edilmedi. Kuantum fiziği öğrenmek isteyen öğrencilere akşamları özel dersler verdi, Riazuddin’i yetiştirdi. 1953’te Lahore’da araştırma enstitüsü kurmak istedi, akademisyenler engelledi. Lahore isyanları üzerine Pakistan’dan ayrıldı. Cambridge Üniversitesinde  matematik profesörü oldu. 1957’de Londra Imperial Colllege’de teorik fizik grubunu kurdu. 1960-1974 arasında Pakistan Bilim Teknoloji bakanı danışmanıydı: ülkenin bilimsel alt yapısının oluşmasında başrol oynadı, 500’den fazla fizikçiyi yurtdışına doktoraya gönderdi. 1961’de Pakistan Uzay Ajansı’nı kurdu, Pakistan Atom Enerjisi Kurumu’nu hareketlendirdi. 1965’te Pakistan Nükleer Araştırma Merkezi’ni ve plütonyum ile çalışan Pakistan Atomik Araştırma Reaktörü’nü kurdu. 1967’de Quaid e-Azem Üniversitesinde  Fizik Enstitüsü kurdu, buradaki fizikçiler dünyaca tanınır oldu. 1976’dan beri her yaz dünya fizikçilerinin Pakistan’da toplanmasını sağlayan yaz okulu başlattı. 1960’ların sonlarında nükleer santral kurmayı önerdi, yüksek maliyet nedeniyle kabul edilmedi. 1972’de Hindistan’ın nükleer bomba yapmaya başladığının öğrenilmesi üzerine, Pakistan’ın nükleer bomba yapmasına öncülük etti, sonradan bomba yapmayı eleştirse de ekipteki fizikçilere desteğini sürdürdü. 1974’te yönetime kızarak Pakistan’ı terketti ve 1996’da ölene dek bir daha dönmedi. 1979’da Nobel Fizik Ödülü kazandı, ödülü 2 fizikçi ile paylaştı. Nobel bilim ödülü kazanan ilk müslüman oldu. Ondan sonra sadece 2 müslüman daha Nobel bilim ödülü kazandı : 1999’da Mısrlı kimyacı Ahmed Zewail ve 2015’te Türk tıpçı Aziz Sancar. Pakistan, 1998’de 2 gün arayla nükleer bombalarını Balochistan bölgesinde dağda yer altında ve çölde 6 kez denedi.

Abdus Salam sayesinde Türkler fizikte Pakistanlıların da gerisinde kaldı. Pakistanlı Abdus Salam gibi bir tek kişi, ülkesini bilim teknoloji uykusundan uyandırmaya çalışmak için çok şey yapabilir. Rus Lysenko gibi bir tek kişi, bilim teknoloji uykusunda olmayan ülkesini dibe batıracak çok şey yapabilir. Bilim teknoloji uykusundaki Türkler, sanki Lysenko’yu örnek alıyor. Fotoğrafta (kaynak : YA) Abdus Salam’ı Türk Fizikçilerimizle görüyorsunuz:

Abdus Salam - Erdal İnönü - Ömür Akyüz - Feza Gürsey - Victor Weisskopf

 Matematik kül fukarası Osmanlı ve fakiri Cumhuriyet:

ABD Kaliforniya Üniversitesi–Berkeley'de 1900'den bugüne yazılan matematik doktora tezi sayısı 2.000'den fazla, çok meşhur matematikçi hocalar ve lisans ve doktora mezunları var, sadece 9 Türk doktora mezunu var (YA : “biri benim, biri Selman Akbulut”); YÖK Tez Arşivinde 1968-2023 arası (56 yılda) matematik doktora tezi sayısı 2.877, öncesinde yok denecek kadar az, 1968-2009 arası (42 yılda) sadece 961 (yılda ortalama 17 tez), 2010-2023 arası (14 yılda) : 1.916 (yılda ortalama 137 tez). 14 yılda (2010-2023) artış % 200, yıllık ortalama artış % 710. Artan tezlerin matematikle alakası var mı ? Şüpheli ! Son 14 yılda tezlerdeki anormal artışa rağmen, 85 milyonluk koskoca ülke, matematikte ABD'nin bir tek üniversitesi kadar bile etmiyor. Osmanlı'da matematiğe katkıda bulunabilen sıfır, dünyadaki gelişmeleri yarım yamalak takip eden matematikçi ve fizikçi, yok denecek kadar az, onlar da son 50 yılında.

İlk Türk matematik doktora tezi 1929'da (1919'da sözlü olarak sunuldu) Almanya'da Abdülkerim Erim'e (piyanist Gülsin Onay'ın dedesi (annesinin babası)) ait ; dünyadaki ilk matematik doktora tezinden 275 yıl sonra, (Erhard Weigel, Almanya, 1652).

İlk Türk fizik doktora tezi 1930'da İtalya’da Fahir Yeniçay'a ait, dünyada ilk kadın fizik hocası (doktora, 1732, İtalya) İtalyan Laura Maria Caterina Bassi'den 200 yıl sonra.

350 yıllık kapatılamaz bilgi ve teknoloji uçurumu:

 Yani, Batı ile aramızda dünya batana dek kapanması mümkün olmayan ve daha da açılan 350 yıllık bilgi, teknoloji (know how) uçurumu var. Batı’da 100 yıl önce yapılan bazı deneyleri hala yapamıyoruz, ürettikleri teknolojik ürünleri üretemiyoruz, aciziz, nasıl yapılır bilmiyoruz. Batı’ya yem (sömürge, ucuz işçi pazarı, ucuz mal pazarı) olmamak ve ayakta kalabilmek için yapmamız gereken tek şey: şimdiye dek yapılanın tam tersini yapmak: insan, emek, zaman, ve bütçe kaynaklarının potansiyelini çok iyi belirlemek ve kullanmak. Bunun için sürekli planlı hareket etmek ve ülkenin yaşamsal öncelikli ihtiyaçlarını belirlemek ve eldeki kaynakları dikkatlice planlamak ve kullanmak.

208 üniversitenin bütçesi (130 devlet üniversitesi + 78 özel üniversiteye destek) : 341 milyar TL (bugünkü kur ile 12 milyar dolardan az), proje yaparak para kazanabilen üniversite çok az, onların kazanabildiği para da çok az, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi ile yılda 200 milyon dolar kadar kazanıyordu, 2020’den beri yasa ile gelirinin % 80’i 3 ayda bir YÖK’e aktarılıyor, dünyada tek örnek ! TÜBİTAK bütçesi : 1 milyar dolar. 1636’da kurulan ABD özel Harvard Üniverstesinin (dünyanın ilk şirketi aynı zamanda) yıllık bütçesi 53 milyar dolar ; bunun yarısını yaptığı projelerden kazanıyor. 208 Türk üniversitesi ile TÜBİTAK’ın toplam bütçesi (13 milyar dolardan az) ABD'nin bir tek üniversitesinin bütçesinin 4’de 1’i kadar bile etmiyor. 1861’de kurulan ABD özel Massachusetts Institute of Technology’nin (MIT) yıllık bütçesi 4.2 milyar dolar ; bunun yarısını yaptığı projelerden kazanıyor. 1963’te (Türkiye’ye ilk kez (Karayolları Gn Md) 1 tek bilgisayar alınmasından 3 yıl sonra, bir Türk üniversitesine (İTÜ) ilk kez 1 tek bilgisayar alındığı yıl) kurulan MIT Computer Science and Artificial Intelligence Laboratory’de (CSAI Lab), çalışan doktoralı bilgisayar ve elektronik mühendislerinin sayısı 1.000’den fazla, Neredeyse Türkiye’den mezun doktoralı bilgisayar ve elektronik mühendislerinin toplam sayısından fazla. ABD'nin bir tek üniversitesinin bir tek laboratuvarı !

En Diptekiler : Türkler

Asgari ücretle çalışan Almanlar bile hafta sonu Bodrum’a tatile gelir gider. Emekli Almanlar, Antalya’ya yerleşir. Alman şirketi adına Türkiye’de çalışanlar “çöl tazminatı” olarak Türklerin 10 katı maaş alır. Türkler, 1960’ların başından beri Almanya’ya çalışmaya gider (bugün nüfusun % 5’i). Alman gazeteci Günter Wallraff, milyonlar satan belgesel romanı “En Diptekiler” de (Ganz Unten) Almanya’daki Türk işçileri anlatıyor :

“Ali Sinirlioğlu takma adıyla 2 yıl boyunca Türk işçilerin nasıl şartlarda çalışmak zorunda olduklarına tanıklık etti. Yabancı işçilerin radyasyon tehlikesi olan işlerde dahi neredeyse korumasız olarak çalıştırıldıklarını gördü. Özellikle ilaç, enerji ve maden işlerinde çalıştırılan Türk işçilerin kobay olarak kullanıldıklarını gözlemledi. Ali için aşağılamalar, ırkçı davranışlar ve hakaretler günlük hayatın da bir parçasıydı.

          - İş yerimde maske, eldiven gibi şeyler Türk işçilerden daha değerliydi, bu eşyalar onlardan her zaman esirgenirdi.

          - Bir inşaat firmasında işe başlıyorum. Bana buyrulan ilk iş, öteki işçilerden farkımı ortaya koyuyor. Öyle ya yerimin neresi olduğunu başından bilmeliyim ! Helalar temizlenecekmiş ! Görevim işçilerin kullandığı en az 1 haftadır tıkalı olan helaları temizlemek. Dizlerime kadar dışkının içerisindeyim. Şef bağırıyor: ‘Kovayı küreği al, temizle şurayı fazla sallanma’. Helada inanılmaz bir koku var, işin sırf eziyet olsun diye verildiği belli. Ustabaşına gidip boruların tıkalı olduğunu, tesisatçıların benden önce boruyu temizlemeleri gerektiğini söylüyorum. Bana ‘sen işine bak, düşünmeyi eşeklere bıraksan iyi edersin, ne de olsa onların kafaları daha büyüktür’ diyor. Pekala ! Elimde kova kürek hela temizlerken girip çıkanlar da oluyor. İki alman laflıyor : ‘dışkıyla çişten daha kötü kokan nedir biliyor musun ? Türkler’ diye gürlüyor. Bir başkası da Türk olduğumu öğrenince benim duygularımı paylaşmaya çalışıyor : ‘hep aynı ! Bizin pisliğimizi sizlere temizletiyorlar. Aynı işi bir Alman'a yaptıramazlar’.”

Bir süredir Türkiye’de 10 milyon göçmen var. Çoğunun adını duymadığımız, bazıları okyanusun ortasında ada, 170 ülkeden Türkçe bilmeyen göçmenler, 2-3 ayda vatandaş yapılıyor. 250.000 dolara ev alıyorlar, 3 yıl sonra satmak serbest, 2-3 ayda vatandaşlık hediye. Türkiye’ye adım atmalarına da gerek yok. Kendi ülkelerinde büyükelçiliğe gidip oy kullanıyorlar. Dünyada tek örnek. Onlara üniversite diploması da veriliyor. Üniversitelerde, hastanelerde iş de veriliyor. Türkiye’nin en iyi tıp fakültesinden mezunu olman, üstüne uzman doktor olman, ABD’de tıp doktoru sayılmana ve doktorluk yapmana yetmez, diplomana bakıp buradaki gibi “oldu da bitti maşallah” demezler, bir sürü zor sınavı geçmeni isterler, yıllar sürer, uzmanlığını hiç saymazlar, orada tekrar tıp uzmanlığı okuman gerekir. Burada hastaneler ve üniversiteler yabancı tıp doktoru kaynıyor, sahte tıp diplomalarına bile denklik ve doktorluk yapma izni veriyorlar. Türklerin asgari ücreti ve emekli maaşı, onların ülkelerine uçakla gidiş bileti almaya bile yetmiyor. Çoğu Ortadoğu’dan ve ülkeleri, para yetse bile tatil yapılacak, keyifle yaşanacak yerler değil. Türkiye’ye gelen Alman’a verdikleri 10 kat maaş “çöl tazminatı”nı, buraya gelen göçmenlerin ülkesine giden Türk’e vermezler, hele diploması Türkiye’dense. Türk üniversitelerinin çoğunun  diplomaları, Batı’da düzgün iş yapan yerlerde beş para etmez. Türkiye’ye gelen göçmenlerin tuvaletlerini de Türkler temizliyor. Dünyada tek örnek. Almanya’ya giden Türkler, yıllarca orada yaşamadan ve Almanca öğrenmeden vatandaş yapılmadı. En iyi Alman üniversitelerinden mezun olmaları, doktora mezunu olmaları bile vatandaş olmalarına yetmez. Hala çifte vatandaş olamıyorlar. Alman vatandaşı olacaksa, önce Türk vatandaşlığından çıkmak zorunda. Tabi, Türkiye onları vatandaşlıktan çıkmış gibi yapıyor, aslında çıkarmıyor, gizli vatandaş yapıyor, bunu Almanlar da biliyor, ama bilmezden geliyor

Yeni haber 1 : Denizli Pamukkale Üniversitesi, 140 yabancıyı para karşılığında sınavı kazanmadıkları halde kazanmış gibi gösterip Tıp’a ve Dişçilik’e kaydetmiş. Farkedilince kaydı silinen bir Iraklı, dava açmış, hem suçlu hem güçlü : “parasını ödedim, kayıt oldum” diyor. Mazereti kabahatinden büyük! Üniversitenin mahkemeye cevabı : “her üniversite yapıyor, bizim neyimiz eksik !”. Eşelenince böyle 140 yabancının parayla haksız kayıt edildiği ortaya çıkmış. 

Yeni haber 2 : Yabancılar için ayrı bir üniversite giriş sınavı vardı, çok kolaydı, başka vatandaşlığı olan Türkler de bu sınava girerdi. Artık bu sınav da zorunlu olmaktan çıkarılmış. Devlet üniversitesi temsilcileri bile geri kalmış Asya Afrika ülkelerini dolaşırmış, öğrenci toplarmış, oralı şirketler öğrenci bulmaya aracılık edermiş, gittikleri yerde kafalarına göre ne idüğü belirsiz bir sınav yaparmış. Hatta kazanamayacakları üniversitelerde okumak isteyen uyanık Türkler, gider o ülkelerin vatandaşlığına geçermiş. Fatih Yılmaz, doçentken Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi’nde bu işlerden sorumluymuş. Aynı işlerden sorumlu birisi, belgelerini de ekleyerek “Fatih Yılmaz, aldığı paralara karşılık çok sayıda yabancı öğrenciye sahte makbuz verdi” iddiasıyla savcılığa şikayet etmiş. Üniversite örtbas etmiş. Memur dokunulmazlığı yüzünden, üniversite veya YÖK izin vermezse, savcı dokunamıyor. Şikayetçi YÖK’e itiraz etmiş. Bunlar olurken Fatih Yılmaz profesör ve ardından rektör yapılmış. YÖK, rektörü kendi soruşturması gerekirken, her zamanki klasik örtbas dümenlerinden birini yapmış ve rektör Fatih Yılmaz’a sormuş : “seni, aldığın paralara karşılık çok sayıda yabancı öğrenciye sahte makbuz verdi, diye şikayet eden var, kendinin yargılanmasına izin verecek misin, yoksa örtbas mı edeceksin ?”. Rektör yrd.na cevap verdirtmiş : “yargılamak kimin ne haddine, bunlar başarımızı kıskanan iç mihrakların uydurması, örtbas ettim gitti”. 

Boşuna değil : En Diptekiler : Türkler !

Ayranı yok içmeye, tahtı revanla getirir yabancı öğrencileri nereye ?

Yabancı uyruklu öğrenci istilası kararı 2021’de alınmış ve YÖK sitesinde duyurulmuş : YÖK’ıen Üniversitelere “Uluslararası Öğrenci Kontenjanı Müjdesi : “programların kontenjanlarının en fazla % 50’sine kadar yurtdışından öğrenci kabul etme sınırlaması” kaldırıldı. Yeni YÖK’ün uluslararasılaşma politikası hızla devam edecek. imza : YÖK bşk Yekta Saraç”. 2021’de ülke genelinde üniversitelere alınacak toplan yabancı öğrenci kontenjanı : % 31 (306.354). Yabancı öğrenci kontenjanları : Kütahya Dumlupınar Üniversitesi % 51.88, Bartın Üniversitesi % 48.01 (kuruluş 2008), Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi % 47.28 (kuruluş 2007), İzmir 9 Eylül Üniversitesi % 47.27 (10.115), Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi % 46.20, Böyle saçmalık, dünya tarihinde tek örnek. Akla zarar ! Yabancı öğrenci yıllık eğitim ücreti devlet üniversitelerinde 300 ile 10.000 dolar arası, özel üniversitelerinde 1.000 ile 40.000 dolar arası. Her üniversite, kendi yaptığı ne idüğü belirsiz sınavla kafasına göre yabancı öğrenci alıyor.

Kütahya merkez nüfusu 600.0000 civarı. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi sitesindeki istatistiklere göre toplam öğrenci sayısı : 126.810, 102 ülkeden yabancı öğrenci sayısı 85.000’den (% 67) fazla. Ülkeler ve öğrenci sayıları (900’den fazla olanlar) : Somali 16.417, Somali Federal 1.754, Azerbaycan 11.462, Suriye 10.539, Türkmenistan 8.088, Yemen 4.913, Irak 3.686, Afganistan 3.553, Kazakistan 2.658, Mısır 2.571, Endonezya 2.397, Filistin 2.111, Fas 2.008, Sudan 1.822, Fildişi 1.171, Cibuti 1.117, Ürdün 963, bilinmeyen ülke (?) 45. Her 7.5 Kütahyalı’ya karşı 1 yabancı öğrenci var. Normalde dışa kapalı, turistlerin uğramadığı, bir kaç fabrikası olan, çiftçiler, memurlar ve işçilerin yaşadığı küçük ölçekli tutucu bir iç anadolu şehri. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden türetildi. Yakın zamanda Kütahya’da bir üniversite daha açıldı. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi de Anadolu Üniversitesi’nden türetildi. Tıp fakültesi olan Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi de, son olarak havaalanı olan (ülkede tek, dünyada nadir örneklerden) Eskişehir Teknik Üniversitesi de Anadolu Üniversitesi’nden türetildi. Anadolu Üniversitesi, her açıdan en iyi taşra üniversitesiydi, çok az üniversitede olan kütüphane ve diğer imkanlara sahipti. Anadolu Üniversite, neredeyse kapatılmak üzere, Açık Öğretim haricinde çok az bölüm ve küçük bir kampüs kaldı. Yılmaz Büyükerşen’in Anadolu Üniversitesi^ne katkısı çok. 1999’dan beri belediye başkanı olan Yılmaz Büyükerşen’e nefretin acısı, Anadolu Üniversitesi neredeyse bitirilerek, yok edilerek çıkartılıyor.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin Said-i Nursici su ürümlerici rektörü Kemal Uysal’ın pubpeer’da Elisabeth Bik ve diğer araştırmacılarca 100 makalesi topa tutulan, 13 makalesi yayından attırılan ve 26 makalesine düzeltme yayınlattırılan Fatih Şen’i ödüllendirip profesör yaptığından bahsettiydik. Yabancı öğrencilere istila ettirilen Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin hali böyle : Said-i Nursicilere teslim, rekortmen akademik sahtekarlara ve akademik sahtekarlığı ödüllendirenlere teslim.

Devlet üniversitesi, ticarethane değil, kar amacı gütmez, oturma ve çalışma vizesi, vatandaşlık ve diploma satma merkezi değil ; bu geri kalmış yoksul ama tahtı revan zengini ülkenin çocuklarını okutmak için açılır. Neden kimse itiraz etmiyor ? Neden kimse ne dolaplar döndüğünü eşelemiyor ? Anlaşılır şey değil ! Güya özel üniversiteler de ticarethane değil, kar amacı gütmez, böyle olduğu için devletin arazileri ve binaları bunlara hibe edilir, ayrıca oluk oluk para yardımı yardım akıtılır. 2021’de 339.000, 2022’de 390.000, 2 yılda toplam 729.000 (50 şehrin nüfusundan fazla) Türk öğrenci, maddi imkansızlık veya üniversitede yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden üniversite okumayı bırakmış. Yazık değil mi bu ülkenin çocuklarına !

Türkiye Said-i Nursi İslami İlimler Akademisi:

1652’de kurulan Alman Bilim Akademisi, dünyada ilk. Takip eden diğer bilim akademileri : İngiliz 1660, Fransız 1666, İtalyan 1690, Rus 1724, isveç 1739, Amerikan 1780, Hollanda 1808, İsviçre 1815, Macar 1825, Polonya 1872, Japon 1879, Yunan 1926. Bilim denen ve her seviyede okullarda okutulan hemen herşey, Batı’daki öncü bilim akademilerinin üyelerinin icadı, günlük yaşamda sürekli kullandığımız hemen her teknolojik ürün de o ülkelerdeki birilerinin icadı. Türkiye Bilimler Akademisinin (TÜBA) kuruluşu, ilk örnek Alman Bilim Akademisi’nden 340 yıl sonra 1993’te, özerk olarak, yani, yeni üyeleri, eski üyeler seçiyor ; 2011’de KHK ile özerklik bitiriliyor : “üye sayısı (şeref üyeleri hariç) 150 asil ve 150 asosye olacak, 1/3 üye Bakanlar Kurulu (Hükümet) tarafından, 1/3 üye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından, 1/3 üye eskisi gibi üyeler tarafından seçilecek” deniyor. 82 üyenin 52’si hemen istifa ediyor.

TÜBA, o zaman başbakan yrd ve bakan olan Erdal İnönü’nün öncülüğünde kuruldu. YA : “Amerikallıların karşılıksız doktora bursunu Erdal İnönü!nün bana vermesi sayesinde ABD’de doktora yaptım. ODTÜ’den hocam Feza Gürsey’in tavsiye mektubu ile kuantum fiziğinin kurucularından Richard Feynman’ın yanında doktoraya kabul edildim, sonradan üniversite değiştirsem ve fizikten matematiğe geçsem de. Param olmadığı için ABD’ye ilk kez Erdal İnönü’nün verdiği gemi ve uçak parası ile gittim”.

Seçenlerden başka kimsenin neyi araştırdığını bilmediği 41 TÜBA yeni üyesi:

Milletvekili Umut Oran tarafından Sanayi ve Teknoloji Bakanına sorulan 12.06.2012 tarihli TBMM tutanağında bulunan soru kısaca şöyle : “TÜBA üyesi Prof. Dr. Ünvanlı 19 kişinin uluslararası bilimsel araştırması yok. Bilimsel çalışmaları hiç atıf almayan 22 kişi var. 2012’de yeniden yapılanan TÜBA yeni üyelerinin bilimsel performansı neden böyle ?”

Seçildikten 4 yıl sonra KHK ile atılan 85 TÜBA yeni üyesi:

 2012’de Bakanlar Kurulu ve YÖK kontenjanından TÜBA’ya yeni seçilen üye sayısı : 172 (bazıları milletvekili, YÖK bşk veya bşk vekili veya üyesi, rektör ve benzeri, bu haline Türkiye Said-i Nursi İslami İlimler Akademisi de denebilir). 

2012’de seçilen üyelerden Temmuz 2016 darbesinden sonra KHK ile üniversitelerden ve sessiz sedasız TÜBA’dan atılan üye sayısı : 85 (% 50) !

2012-2018 arasında TÜBA başkanı bir işletmeci rektör. İşletmeci bilim akademisi üyeleri, üstelik başkan, dünya tarihinde tek örnek. Her renk bilimci var, bir fıstıki yeşil bilimcisi eksik. 2018’den itibaren ise tek baytar ve rektör üye başkan. İngiliz Bilim Akademisi’nin başkanları arasında Newton var, “mutlak sıfır” derece sıcaklığı hesaplayan matematikçi fizikçi Kelvin var, matematikçi Atiyah var ; Fransız Bilim Akademisi’nin başkanları arasında Galois gibi matematikçi, elektronik haberleşmeyi (radyo, televizyon, cep telefonu ve diğer) mümkün kılan Fourier gibi matematikçi fizikçi, elektronunun hem parçacık hem dalga şeklinde davrandığını keşfeden de Broglie, ve radyoaktif ışımayı akademi üyesi karı koca Curieler ile birlikte keşfeden Becquerel gibi fizikçiler var, Pastör gibi aşının mucidi biyolojici var. 100 yıldır genelde Nobel ödüllüler var. Bir 350 yıldır Batı’nın Bilim Akademilerinin uğraştığı şeylere bak, bir de 350 yıldır nal toplamaktan bıkmayanların TÜBA’da hala uğraştığı şeylere bak !

Said-i Nursi methiyesi yazana ödül ve üyelik:

2011’den önce, yıllarca TÜBA’nın bir Şerif Mardin krizi vardı. Şerif Mardin, TÜBA ya üye olmak isteyip duruyor, TÜBA ise açıkça söylemese de, Şerif Mardin’in demesine göre, “Religion and Social Change in Modern Turkey: The Case of Bediüzzaman Said-i Nursi (1989) (ingilizce) ve Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim (1992)” isimli kitaplarında Said-i Nursi’yi abartarak övdüğü gerekçesiyle üye yapmıyordu. TÜBA, “Türkiye’de din ve modernleşme, sivil toplum, ideoloji, merkez-çevre ve mektep-mahalle üzerine yaptığı öncü ve çığır açıcı bilimsel çalışmaları nedeniyle” 2016 Uluslararası Sosyal Bilimler Akademi Ödülü’nü Şerif Mardin’e verdi. TÜBA, 2017 başında 90 yaşındaki Şerif Mardin’i şeref üyesi yaptı.

Şerif Mardin’e göre üstün zekalı Said-i Nursi: “Osmanlı, mekteplerde din dersi, medrese ve tekkelerde bilim dersi olmadığı ve tekke hocaları yetkin alim olmadığı için bilimde geri kaldı

Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı isimli kitaptan birkaç alıntı yapalım :

"Bediüzzaman'ın, bu olaydan hemen kısa süre sonra Jön Türk gizli servisine katıldığı anlaşılmaktadır. ... beş cihad fetvasının hazırlık çalışmalarına katıldı (13 ve 23 Kasım 1914 tarihli Sultan Reşat, Enver Paşa, Şeyhülislam, eski Şeyhülislam, Fetva Emini ve 29 din alimi adına yeryüzündeki bütün Müslümanları Osmanlı’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na katılmaya çağıran fetva). Said-i Nursi’ye göre, Osmanlıların silahlı gücünün iyi amaçlar için kullanılmasında Jön Türkler son fırsatı oluşturuyorlardı. Said-i Nursi 1915 yılında bir denizaltı ile Trablusgarp'a gitti. ... Sünüsileri ikna etmek üzere, Jön Türkler göndermişti”.  

 “Van Valisi Hasan Paşanın çağrısı üzerine Said-i  Nursi, Van'a gitti ve burada da valinin maiyetine katıldı. Valinin makamına gelen gazetelerden edindiği bilgileri ... tarih, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya ve astronomi gibi konuların varlığından haberdar hale geldi. Şehirdeki Ermeni cemaati de aydın ve ilerici bir konuma sahip olup ihtilalci hareketlere ancak kısmen katılıyordu. ... II. Abdülhamid'in hükümdarlığının ilk yıllarında, bilim dizilerini de içeren cep kitapları yayımlanmıştı”.

“Said-i Nursi'nin takipçileri için mekanist (yani, ilkel veya geleneksel topluluklarda olduğu gibi üyelerinin aynı duygu, inanç ve değerleri paylaştığı ve bunları eleştirenleri şiddetle cezalandıran homojen gruplara özgün) bir toplum anlayışının benimsenmesi, Newtoncu fizik sisteminin benimsenmesinden daha güçtü”.

 “Laik Aydınlanma düşüncesinin pek çok yaklaşımı, fizik biliminin birçok bulgusunun Hristiyan teologların düşüncelerine nüfuz etmesine de imkan tanıdı. Türkiye’de ise böyle bir düşünsel köprü yoktu. Bunun zorunlu sonucu olarak da, bilimin çağdaş fikirlerinin dini inançla uyuşturulmasına esas alınması gereken ilahiyatın yaratıcı güçleri oluyordu. Said-i Nursi, Allah'ın kendi tasarımının uzantıları olarak tabiat kanunları anlayışını meşrulaştırmada bu fikri geniş ölçüde kullandı. Kozmosa (evrene) ilişkin bu farklı anlayışlar arasında bir uzlaşma sağlamak, Müslüman düşünürlere düşüyordu. Fikirlerini serbestçe yayabildiği ölçüde de Said-i Nursi'nin bu alandaki yeteneği, bir ölçüde Kur'an ile çağdaş bilimler arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığını gösterebilmesinde yatıyordu”.

 “Bediüzzaman da çoğu kez İbn el-Arabi'nin nüfuzunu modern İslamiyet açısından zararlı bulmaktadır. Çünkü, vahdet-i vücud, materyalizmi (bilinçsiz kitlelerde) geliştirebilir; diğerleri arasında ise canavarca bir gurura yol açabilir. Said-i Nursi gerçekten de bu Müslüman velinin tezlerine dayanmaktadır. İbn el-Arabi'nin oldukça gelişkin kurgulamaları Said-i Nursi'ye, evrenin Newtoncu modeline ilişkin bir intibakta ilk adımları atma imkanı sağladı”.

“Bediüzzaman'ın bir yandan gelenekçi konumunu korurken onunla aynı sırada gerçekleştirmesi gereken felsefi sıçramanın stratejik anlamdaki odak noktasını, Allah'ın tabiattaki etkinliği anlayışı oluşturuyordu. ... Tabiatın her hareketi, Allah'ın bir hareketiydi. Avrupa'daki pek çok düşünür yeni buluşları ve Newton sistemini imanın kanıtları olarak görüyordu. Said-i Nursi de bu tutumu benimseyecektir. ...”

“Said-i Nursi'yi, o güne kadar karşılaştığı ve inançtan yoksun olanların (Batılılaşmış Tanzimat entelektüelleri) kuşkularının reddedilmesi amacıyla başvurulan klasik argümanların değersiz olduğuna ve bu tür argümanların tazelenmesi için müspet bilimlerin (fünun) incelenmesi gerekliliğine vali konağındaki diğer görevlilerle olan ilişkileri ikna etmiştir. Resmi biyografisi, bu dönemlerde yeni laik bilimleri kavramada gösterdiği hız nedeniyle Said-i Nursi'ye "Bediüzzaman" (zamanımızın eşi bulunmaz kişisi) lakabının verildiğini belirtmektedir. Bu konulara nüfuz edebilmesi, gerçekten de üstün bir zekanın göstergesi sayılmalıdır; çünkü o zamana kadar Said-i  Nursi yalnızca Kürtçe’yi iyi biliyordu ve Türkçe’yi ancak yeni yeni öğrenmeye başlamıştı. Daha sonra Risale-i Nurun temelini oluşturacak olan ilkelere yönelik ilk açıklaması Arapça kaleme alınmıştı (yaklaşık olarak 1920)”.

Bediüzzaman'a göre Osmanlıların bilimde ilerleme sağlayamamış olmalarının nedeni, Türkiye'de eğitim alanında birbirinden ayrı üç akımın bulunması idi: medrese, tekke ve mektep sistemi. Yaratıcılığı geri getirmenin tek yolu, mekteplere yeniden din dersleri konulması, medrese eğitim programlarına bilim üzerine araştırmaların eklenmesi ve yetkin ulemanın tekkelere sokulmasıydı”.

“Said-i Nursi’nin bu konuşmasında belirttiği nokta, özgürlüğün, kendisi gibi gaflet altındaki Kürt'ü bile uyandıracak ölçüde büyük bir güç olmasıdır. ... Yeni kazanılan özgürlük, bir kez daha "Şer'i" özgürlük olarak tanımlanmaktadır. ... Bilim, yabancılardan da gelse memnuniyetle kabul edilmelidir. Ancak bu, ulusal adetlerimizi koruyacak biçimde gerçekleştirilmelidir. ... Eğer Osmanlı İmparatorluğu gerilemişse, bunun nedeni, otokrasi kadar, şeriatın boşlanmasıdır. Bu gerilemenin bir başka nedeni de, dış görünüşün ve Avrupa'ya dönük kölece bir taklitçiliğin neden olduğu yanlış yönelimlerdir”.

“Hükümetin Kosova'da yeni açılacak bir üniversitenin temellerini atmasını fırsat bilen Said-i Nursi, Van'da kurulacak bir üniversite için fon sağlamayı başardı. ... Tam bu sırada Osmanlı Devleti Balkan Savaşı'na girmiş ve proje bu yüzden bir kenara atılmıştı. ...”

“Değişik dinlerden ve etnik kökenlerden insanların nasıl olup da çağdaş bir devlet oluşturabildiklerini incelemek üzere daha sonra, İsviçre'ye de gittiğini belirtmiştir. Medrese yapısını modernleştirmek üzere, Said-i Nursi’nin tekliflerinin ruhunu taşıyan bazı adımlar da atıldı. ... Bir akademinin embriyonik biçimi olarak Dar ül-Hikmet il-İslamiye’nin kurulmasıdır. Bediüzzaman da bu organda göreve atandı”.

"İslamiyet'in modern yaşamla bütünleşebilmesi ancak içtihat kapısının açılmasıyla gerçekleşebilirdi. … Said-i Nursi, Kuran'dan kaynaklanan buyrukların iki yönü olduğunu belirtti. Bunlardan bazıları muhkemdi ve liberalleşmenin hiçbir dozu bunların anlamını değiştiremezdi. Diğerleri ise, içtihada yoluyla değişime açıktı. ... Medrese pedagojisine sızan kitabiliğin yerini yeni eğitim felsefesine dayalı bir öğretimin alması yolundaki önerisinin temeli de budur. Ayrıca her medrese öğrencisi, din dışındaki bilimlerden birini uzmanlaşma alanı olarak seçmeliydi”.

“Refet, aynı amaçlar için Kuran'ı kullanmak varken "Avrupa'nın kapısında bilim ve aydınlanma dilenciliği yapmak" şeklinde tanımladığı bir duruma karşı Said-i Nursi'nin verdiği mücadeleden büyük bir haz duymuş görünmektedir. Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu döneminde toplumdaki meşrulaştırıcı nihai sembol olan İslami cemaat fikrine karşı laik bir saldırı başlatmıştı. ... Bu yeni yaratılış miti çağdaş Türkiye'nin köklerini Orta Asya Türkleri'nin başarılarında arıyordu. Buna ek olarak, Türkiye'nin istikbalinin ilhamını Batıdan alan bir toplumun kurulmasında yattığı şeklinde bir manivela da getiriyordu. ... Nurculuğun sözünü ettiğimiz bu ilk takipçileri nezdinde İslami söylem, böyle bir aranış sırasında çözüm yolu gösterecek bir fenerdi”.

İş duaya kalınca ülkenin sırtı yere gelmez,

(YA : Lütfen bu kısım DOST ACI SÖYLER tavsiyesiyle okunsun!):

Türkler 350 Yıllık Bilim Teknoloji Uykusundan uyanmak istemiyor. Ülkede matematikçi, fizikçi, bilgisayar mühendisi elektronik mühendisliği kıtlığı var. İmam hatip ve ilahiyatçı ve islam hukukçusu enflasyonu var ve hala kısıtlı vatandaş vergileri, oluk oluk bunlara akıtılıyor. Bunlar batık para, geri dönüşü yok. Üretebilecekleri bir ürün yok. Ülkede ahlak – etik kıtlığı da var. Bunların o kıtlığa da bir faydası yok, aksine zararı var: çünkü vatandaş vergileri, ülkenin yaşamsal ihtiyaçlarına harcanmak yerine oluk oluk bunlara akıtılıyor. Bilim Akademisine üye yapmada ve ödül vermede öncelikli kriter: Said-i Nursi hayranı şusu busu olmak. Bu bir alaturka kabus ! Kim bu Said-i Nursi ? “Zamanımızın eşi bulunmaz kişisi” (Bediüzzaman) lakabı ile şişirilmiş bir “totem”. Kim bu Said-i Nursiciler ? Örneğin, dev ilişkiler ağı hala çözülmeyen FETÖ'cüler, Said-i Nursici ! Seçildikten 4 yıl sonra KHK ile atılan 85 TÜBA yeni üyesi: atılma nedeni FETÖ cü olmaları. Bunları, üye yapan da aynı, üniversiteden ve sessiz sedasız üyelikten atan da aynı. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu !? 

Yukarıdaki Şerif Mardin’den yaptığımız alıntılara ve imam hatip istatistiklerine ve üniversitelere ve fizik, matematik, bilgisayar mühendisi ve elektronik mühendisi istatistiklerine ve İlahiyatlara dair verdiğimiz istatistiklere ve hala devam eden tarihi ekonomik krizde Aralık 2021 ile Haziran 2023 arasında uygulanan “Türkiye ekonomi modeli” denen uygulamalara bakarak “çok net” şunu söyleyebiliriz: her yerde attığımız her adımda Said-i Nursi’nin yukarıdaki alıntılarda söylediklerinin uygulamalarına tosluyoruz ! Yani, Said-i Nursiciler her yerde !

Said-i Nursi uzmanı üyeler:

Şerif Mardin yazılarında Said-i Nursi yi “Newton uzmanı dahi ve aydınlanma filozofu”  boşuna ilan etmemiş… Aralık 2023’te TÜBA üye sayısı 203 (şeref üyeleri dahil). Üye dağılımı: ilahiyatçı 6 (genelde uzmanlık alanları: Said-i Nursi), felsefeci (bilim tarihi) 1, hukukçu 5 (1 YÖK bşk vekili), siyasetçi 4 (genelde uzmanlık alanları: islam siyaseti), uluslararası ilişkiler 5, tarihçi 14 (1 tarih öğretmeni; genelde uzmanlık alanları: Said-i Nursi), ekonomici 12 (çoğu islam ekonomicisi; ülke ekonomisinin Aralık 2021’den beri tarihi krizde ve dünyada en kötü durumda olduğunu hatırlatalım), işletmeci 4 (1 turizm işletmecisi), Türkçeci 4 (1 YÖK bşk; genelde divan edebiyatçıları), sosyolojici 4 (1 milletvekili (uzmanlık alanı: islam sosyolojisi), 1 YÖK bşk), Farsçacı  1 (YÖK üyesi) ; tıpçı 31, veteriner 1, eczacı 3, mühendis 44 (14 elektronik, 3 bilgisayar, 6 makina, 1 uçak, 1 gemi inşaatı, 3 inşaat (Şubat 2023 depreminde 650.000 evin yıkıldığını, 50.000 kişinin öldüğünü hatırlatalım), 4 çevre, 1 gıda (peynirci), 2 seramik, 2 jeodezi, petrol, 1 enerji, 5 genel mühendislik); 34 kimyacı, 8 biyolojici, 1 ormancı, 13 fizikçi. Normalde dunyada bilimler akademisi denince akla fizik, matematik, kimya gelir ya:  önceden kalma 1 tek matematikçi-fizikçi üye varmış, buna da şükür diyelim; Ali Mostafazadeh (makale 235, atıf 12.000, h-index 45 ; uzmanlık: kuantum mekaniği) için sözümüz olamaz! Bizimkiler lütfedip 2 matematikçiyi daha yeni dönemde Bakanlar Kurulu veya YÖK tarafindan üye yapmışlar:

Ekrem Savaş (rektör, makale 508, atıf 6.700, h-index 41; uzmanlık  toplanabilirlik ve fonksiyonel analiz, 15 derginin editörü, 100 derginin hakemi, doktora : Fırat Üniversitesi matematik 1986) ;

Oktay Duman (makale 130, atıf 2.900, h-index 30; uzmanlık: toplanabilirlik ve yaklaşım);

Toplanabilirlik, Matematiğe katkısı olmayan, hızlı yayın listesi şişirmekten başka bir işe yaramayan basit bir konu. “Allah akıl fikir versin” !

Alternatif Bilim Akademisi:

TÜBA’dan istifa eden 17 üye, hemen Bilim Akademisi Derneği’ni kurdu. Aralık 2023’te 107 Fen, Matematik ve Mühendislik Bilimlerinden, 42 Sosyal ve Beşeri Bilimlerden ve 31 Sağlık Bilimlerinden olmak üzere 180 asil üyesi ve 34 onursal üyesi var.

Alman büyükelçinin kaçırttığı intihal şüpheli TÜBA yeni üyesi:

EĞİTİM SEN (sendika) 2009’da hazırladığı raporda, hukukçu TÜBA yeni üyesi (2012) Trabzonlu hemşehrim İzzet Özgenç’in (YÖK bşk vekili idi) “Suçun Yapısında Kusur” başlıklı doçentlik tezinin intihal olduğunu, Alman ceza hukukçusu Hans Achenbach’ın 1974 yılında yayımlanan “Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre” başlıklı makalesinden çalıntı olduğunu anlatmış; tabi örtbas edilmiş. 2010’da İzzet Özgenç’in yeni kurulan Türk Alman Üniversitesi’ne rektör yapılacağı açıklandı; doktoralı Alman büyükelçi İzzet Özgenç ile tanışmak istedi ve Alman Büyükelçiliğine davet etti; İzzet Özgenç, büyükelçilige gitmedi ve rektör olmak istemediğini açıkladı.

PubPeer’da 11 makalesindeki sonuçların intihal veya değişririlmiş olduğu iddia edilen TÜBA yeni üyesi

TÜBA yeni üyesi (2018) Koç Üniversitesi’nen Önder Metin (makale 150’den fazla, atıf 6.000’den fazla, h-index 40’tan fazla), Çukurova Üniversitesi kimya lisans, ODTÜ kimya yüksek lisans ve doktora (2010) mezunu. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde çalışırkenki 2015-2019 arasındaki 11 makalesindeki sonuçların intihal veya çarpıtma (değiştirilmiş) olduğu iddia ediliyor pubpeer’da (https://pubpeer.com/search?q=onder+metin" ), 5 makalesi için “Erratum” (düzeltme) yayınlattırılmış. Elisabeth Bik ve diğer iddia sahipleri, Önder Metin’in sonuçların elinde olması gereken yüksek çözünürlüklü görüntülerini göstermesini istiyor. Önder Metin, göstermiyor, kaçıyor. 

Bu arada ODTÜ kimya doktora mezunu Fatih Şen’in pubpeer’da Elisabeth Bik ve diğer araştırmacılarca topa tutulan 100 makalesinden, yayından attırılan 13 makalesinden ve düzeltme yayınlattırılan 26 makalesinden bahsettiydik. 

ODTÜ kimya lisans mezunu Bengü Sezen Ergüden’in uydurma kimya doktora tezini (2005) ABD Columbia University iptal etti (2011). 7 uydurma makalesi yayından atıldı. Gebze Teknik Üniversitesi, 2012’den beri Bengü Sezen Ergüden’i ödüllendiriyor ve hoca olarak çalıştırıyor. ÜAK da ödüllendirdi ve doçent yaptı. Dünya tarihinde tek örnek.

ODTÜ kimyada niye böyle şeyler oluyot ? ODTU eski rektörü kimyacı Ural Akbulut’un diyecekleri olsa gerek. Ülkede üniversite ve bilimci sıralama işini (ODTÜ URAP) tek yapan Ural Akbulut, sıralama kandırmacasına da diyecekleri olsa gerek.

Said-i Nursi ve Menzil tarikatı uzmanı üyelerden doktora tezleri:

Said-i Nursi uzmanı ilahiyatçı TÜBA üyesi (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu üyesi aynı zamanda, şaka gibi dimi..) Alparslan Açıkgenç’in Yıldız Teknik Üniversitesi’nde 2016’da dalga geçer gibi danışman olduğu Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi doktora tezi : "Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Said-i Nursi'de din-siyaset ilişkisi". Yazar Ali Ağcakulu, Temmuz 2016’dan sonra yurtdışına kaçmış.

Menzil tarikatı uzmanı siyasetçi TÜBA üyesi Ömer Çaha’nın İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde 2021’de danışman olduğu siyaset doktora tezi : “Religious communities and politics in Turkey: The case of Menzil in the post-2000 era” (Türkiye'de dini cemaatler ve siyaset: 2000 sonrası dönemde Menzil örneği). Yazar : Angelo Francesco Carlucci.

Rus Lysenko ve alaturka Said-i Nursi vakaları:

Lysenko yu 1968-69 da ilk defa Feza Gürsey den duymuştum. Lysenko  vakasını alaycı bir şekilde anlatmıştı. “Lysenkoculuk, bilimsel sahteciliklerin ve bilimsel sahtecilikleri destekleyen siyasetçilerin bilime ve ülkeye verdiği zararın en meşhur örneğidir” demişti.

Lysenko, biyolojinin ideolojiye uymak zorunda olduğunu ve ideolojiye itaat eden biyoloji ile SSCB’yi ziraatte uçuracağını iddia ediyordu. Sahte ziraat araştırmalarıyla milyonlarca Rusu açlığa mahkum etti.

1930’dan önce Ruslar genetikte öncü idi. Lysenko, Rus biyolojisinin diktatörü olarak anıldığı 1933-1964 arasında 32 yılda Rus biyolojisini dibe batırdı.

Bunca olanlara rağmen günümüzde bile Rusya’da hala Lysenko’yu savunan ve kahraman görenler var, Ortodox Kilisesi dahil. Bilime güvenmiyorlar. Bilimin Batı kültürünün temel bileşeni olduğunu, genetiğin Amerikan emperyalizmine hizmet ettiğini, Rusya’ya zararlı olduğunu düşünüyorlar. Anketlere göre Rusların yarısı Stalin döneminde yapılanları onaylıyor. Bu sayede Lysenko da araya kaynıyor ve Amerikan bilimine karşı çıkan “köylü çıplak ayaklı kahraman” olarak görülüyor.

Trofim Denisovich Lysenko, Kiev Ziraat Enstitüsü’nde mektuplaşarak okudu, 1925’te mezun oldu. Okuma ve yazma becerisi düşüktü, ama hafızası kuvvetliydi. Azerbaycan’da deneysel bitki seçme istasyonunda çalıştı. 1927’den itibaren yayınladığı Mendel (ve Weisman ve Morgan) genetiğine aykırı makalelerle aniden çok meşhur oldu ve “köylü çıplak ayaklı profesör” olarak tanındı. Genlerin varlığını reddetti. Deneylerle çürütülmüş olmasına rağmen, son olarak 150 yıl önce Lamarck’ın söylediği gibi, canlıların yaşarken çevre etkisiyle edindiği değişimlerin kalıtımla aktarıldığını iddia etti. Kendi kalıtım kuramı böyleydi. Kalıtım konusunda önceki çalışmaları ya bilmiyordu ya da bilse de aldırmıyordu. Baklagil ekerek tarlaları zenginleştirdiğini, kışlık buğdayı baharlık buğdaya çevirdiğini, türleri başka türlere dönüştürdüğünü ve verimini arttırdığını iddia etti. Benzer şekilde bütün ziraat problemlerini çözdüğünü iddia etti. Bunları Marx, Engels ve Lenin’e göndermeler yaparak “proleter bilim” ve “proleter ziraat devrimi” olarak anlattı. Genetikçiler, “kapitalist burjuva bilimciler”di. Sovyet devleti, Komünist Parti, parti yöneticileri, Rus ziraat bakanları ve felsefeciler, Lysenko’yu destekledi ve karşı çıkanları susturdu. Lysenko’yu ve takipçilerinin sallamaktan alıkoyacak bir güç yoktu. Salladıklarını çürütmek için deneyler yapanlar, hızına yetişemiyordu, onlar deneyi bitiremeden Lysenko, yeni şeyler sallıyordu. Genetikçiler işten atıldı. Lysenko yanlıları üniversitelerde ve eğitim kurumlarında yönetici yapıldı. Lysenko, 1930’larda akademide ve hükümette gizli kilit pozisyonlara alınacakları onaylayan kişiydi. 1935-1949 arasında Rus Bilimler Akademisi üyesiydi. Odessa Genetik ve Tohumlama Enstitüsü’nün ve ona bağlı Genetik Enstitüsü’nün yöneticisiydi, ayağını kaydırıp koltuğuna oturduğu genetikçi Vavilov hapse atıldı ve hapiste öldü, (bunlar size aşina gelmiyor mu?). Lenin Ziraat Akademileri Birliği’nin başkanıydı. 2. Dünya Savaşından sonra bazı genetikçiler, Lysenko’nun sallamalarını bilimsel toplantılarda ve bilimsel dergilerde yayınladıkları makalelerde eleştirmeye devam ettiler. 1948’de parti genel sekreterinin oğlu ve Merkez Komite Bilim Bölümünün bşk Yuri Zhdanov, bu eleştirileri destekledi, fakat Stalin’den fırça yedi. Diğer alanlardaki bilimciler de Lysenko’nun biyolojideki sallamalarına özendi ve kendi alanlarında salladı, fakat Lysenko kadar etkili olamadı. Stalin 1953’te ölünce Lysenko’ya parti içinden, özellikle Lysenko’nun fikirlerini deneyen ve işe yaramadığını gören ziraat bakanlarından eleştiriler arttı. Khrushchev, bilimcilerin ve yöneticilerin eleştirilerine ve Lysenko’nun salladığına ve gücü kötüye kullandığına ikna oldu ve Lysenko’yu Lenin Ziraat Akademileri Birliği’nin başkanlığından aldı. Fakat Lysenko, sallamalarıyla Khrushchev’i de kafaladı. Mısır tohumlama ve süt ineği tohumlama ile verim arttıracağını söylüyordu. Ziraat, SSCB’nin en büyük sorunuydu. Lysenko’nun etkisi, Khrushchev dönemi 1964’te bitene dek sürdü. Lysenko 1976’da öldü. SSCB 1991’de dağıldı.

Burada buzdağının üzerinde görünenlerden seçmece birkaç örnekle anlattığım her şey, bilim ve teknolojinin her alanında bitişinden 60 yıl sonra Lysenko vakasının benzerini yaşadığımızı gösteriyor. Akıllanmak yok ! Ruslar ile farkımız: Ruslar, Türkler gibi 350 yıldır bilim teknoloji uykusunda olmadıkları halde Lysenko vakasını 32 yıl yaşadılar ve büyük hasarla güç bela kurtuldular. Üniversitelerde esen bilimsel ve akademik sahtekarlık fırtınasının, “İlahiyatlar, İlahiyatçılar, İlahiyatçı rektörler” fırtınasının, Said-i Nursi fırtınasının, istila fırtınasının ve yağmalama fırtınasının Türklere verdiği zararlar daha nerelere varacak, yaşayarak görmeye devam edeceğiz.

*

(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : ODTÜlü. 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokan, ve çökerten” ve “danışmanından rektörüne ve YÖK’üne kadar, doktora diploması satmayı en doğal hakları olarak gören” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

 *

NOT. Bu yazı, ODTÜlü ve Boğaziçi Üniversitesi’nden emekli fizikçi matematikçi Prof. Dr. Yılmaz AKYILDIZ (YA) ile birlikte aylarca uğraşarak yazılmıştır. Katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder